Ben TÜRK'ÜM VE MÜSLÜMAN'IM VE RABBİMİN BENİ GÖNDERDİĞİ BU BEŞERİYETTE BANA EMRETTİĞİNİ YANİ İYİLİĞİ EMREDİP KÖTÜLÜKLERDEN SAKINDIRMAYI TÜRKLÜĞÜM SAYESİNDE İNŞALLAH DÜNYAYA HAKİM OLARAK GERÇEKLEŞTİRECEĞİM.DÜNYAYA HAKİM OLMAYI MİLLİYETÇİ TÜRKİYEM İLE YAPACAĞIM.MİLLİYETÇİ TÜRKİYEYİ DE MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ İLE YAPACAĞIM..
MİLLİYETÇİ BİR TÜRKİYE'NİN ÖNDERLİĞİNDE RABBİMİN YARDIMI İLE TURANI KURACAĞIM!!!
ÇÜNKÜ BEN BİR ÜLKÜCÜYÜM,TÜM ÜLKÜCÜLER İLE ÜLKÜM BİR,IRKIM BİR,DİLİM BİR,DİNİM BİRDİR....
cCc...TÜRKLÜĞÜN VE İSLAMİYETİN SONSANCAĞI TÜRKİYE CUMHURİYETİ...cCc
TÜRK BİRLİĞİ
Türk Milletinin yoğun olarak yaşadığı bütün yurtların birleşerek ismi Turan olan devletin kurulmasıdır. Tek Vatan , Tek Devlet , Tek Millet ilkesinin gerçekleştirilebilmesidir.
TÜRK CİHAN HAKİMİYETİ
Nizam-i Alem , İlay-i Kelimetullah veya Türk Cihan Hakimiyeti. Türk-İslam birliği gerçekleştiğinde aleme Allah(c.c) ‘ in Nizamını yaymak ve Cihanda Türk hakimiyetini sağlamak.
İSLAM BİRLİĞİ
Büyük Turan gerçekleştirildikten sonra Türk olmayan diğer Müslüman milletler de ümmet kardeşliği inancımıza uygun olarak birliğimize katılacaktır ve Türk İslam birliği gerçekleşecektir.
NEDEN TÜRK İSLAM BİRLİĞİ?
Türk-İslam Birliği, bir sevgi birliğidir.
Birlik olmak Türk-İslam dünyasına müthiş güç kazandıracaktır.
Türk-İslam Birliği dünyaya barış getirecektir.
Türk-İslam Birliği’nin kurulmasıyla, Amerika, Avrupa, Çin, Rusya, İsrail kısaca tüm dünya rahatlayacaktır.
Türk-İslam Birliği’nin kurulmasıyla, Batı dünyasının savunma masrafları azalacaktır.
Türk-İslam Birliği'nde fikir ve ifade özgürlüğü vardır.
Türk-İslam Birliği ticareti canlandıracak, ekonomiyi güçlendirecektir.
Türk-İslam Birliği, Müslüman alemini kalkındıracaktır.
Ekonomisi güçlü bir Türk-İslam alemi Batı dünyası ve diğer toplumlar için de önemli bir refah kaynağı olacaktır.
Türk-İslam Birliği'nin tesis edilmesiyle enerji kaynakları güvence altına alınacaktır.
Türk-İslam Birliği sanatı ve estetiği teşvik edecek, ihtişamlı bir medeniyet inşa edecektir.
Büyük Önderimiz Atatürk’ün Görüşleri Önemli Bir Mesaj
İçermektedir
İnşa ettiği modern devlet anlayışı ile Türkiye Cumhuriyeti’ni Müslüman ülkelerin en istikrarlı demokrasisi haline getiren Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türk-İslam dünyasının nasıl bir yapı içinde birlik ve beraberliğini sağlayabileceği yönünde de önemli değerlendirmeleri vardır. Bir devletin en önemli unsurlarından birinin milli sınırlar içinde var olma hakkı olduğunu ifade eden Atatürk’ün tespitlerinin doğruluğu, geçen zaman içerisinde ispatlanmıştır.
Bilindiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılış sürecinde, Osmanlı topraklarında yaşayan halkların bir kısmı yanlış yönlendirmelere kapılarak Osmanlı’nın yanında yer almak yerine, dış güçlerle işbirliği yapmışlardır. Ancak çeşitli imtiyazlar kazanacaklarını umarak bu yolu seçenler iş birliği yaptıkları ülkelerin hegemonyası altına girmişler ve sömürgeleştirilmişlerdir. Bu halklardan bazıları, Cumhuriyetin ilk yıllarında Mustafa Kemal’e temsilciler göndererek, kendilerini sömürge durumuna düşüren liderlerinin basiretsizliğinden şikayet etmiş ve hatta bazıları Türkiye Cumhuriyeti ile birleşme taleplerini dile getirmişlerdir. Atatürk’ün bu tekliflere verdiği karşılık, Türk-İslam Birliği’nin temelinin nasıl olması gerektiğini gösteren önemli bir cevaptır:
“Bütün İslam aleminin manen olduğu kadar maddeten de birlik içinde ve müttefik hale gelmesinden sadece sevinç duyarız. Bunun için de bizim kendi hudutlarımız içerisinde bağımsız olduğumuz gibi, Suriyeliler ve Iraklılar da milli hakimiyete dayalı bağımsız bir güç olarak ortaya çıkabilmelidirler.” ( Mustafa Kemal, 24 Nisan 1920, 4. (gizli) oturum )
Görüldüğü gibi Atatürk’ün belirlediği öncelik, bu ülkelerin de bağımsızlıklarını kazanmalarıdır. Türk-İslam Birliği’nin öneminin bilincinde olan Atatürk, bu birliğin kendisinden beklenen etkiye sahip olabilmesi için, üyelerinin milli sınırları içinde bağımsızlığını kazanmış, milli iradeye dayanan ve kendi ayakları üzerinde durabilen devletler olmaları gerektiğine dikkat çekmiştir. Dolayısıyla, bugün de, kurulacak bu birlikteliğin üyelerinin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlıklarını koruması son derece önemlidir.
Yavuz Sultan Selim Ve Türk-islam Birliği Düşüncesi
Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul’u aldıktan sonra İslâm hilâfetine sahip olmak, Roma’ya da hâkim olarak Nizâm-ı Âlem hedefine ulaşmak istiyordu. Fatih’in ölümünden sonra yerine geçen II: Bayezid, çok dindar ve velî tabiatlı bir padişahtı. Onun zamanında ilim, kültür ve sanat sahasında çok büyük gelişmeler olmuş, fakat fetihlerde bir duraklama olmuştur.
II. Bayezid’in bu durumundan faydalanan Şah İsmail, Anadolu’da bölücü ve yıkıcı faaliyetlere başlamıştı. Şah İsmail de Osmanlılar gibi Türkmendi. Osmanlılar son derece dini hoş görüye sahip bir devlet iken, Safaviler aşırı bir şekilde Şiî taassubu ile hareket edip, Sünniliği yok etmek istiyorlardı. Safaviler aynı zamanda, Anadolu içlerine kadar gönderdikleri propagandacılar ile Anadolu Türk birliğini bozarak, Osmanlı devletini yıkmak istiyorlardı. Anadolu’da karışıklıklar çıkaran Şah İsmail, diğer taraftan Mısır Memlûklarını Osmanlı devleti aleyhine kışkırtıyordu. Yavuz, henüz şehzadeliği sırasında Şah İsmail’in sinsi ve kötü niyetlerini çok iyi öğrenmişti. Ayrıca dedelerinin Hıristiyan Batı’ya yöneldikleri zamanlarda sık sık doğudan gelen saldırılar neticesinde arkalarından hançerlendiklerini de çok iyi biliyordu.
Yavuz Sultan Selim, doğudan gelen tehlikeleri kaldırmadan ve İslâm Birliği’ni kurmadan, Nizâm-ı Âlem’e ulaşmanın zorluğunun da farkında idi. İşte bu sebepler yüzünden Yavuz büyük bir ordu ile hareket ederek, Şah İsmail üzerine yürüdü. Yapılan savaşta Yavuz, Çaldıran’da Şah İsmail’i büyük bir bozguna uğrattı. (23 Ağustos 1514) Ne yazık ki bu savaşta her iki taraftan ölenlerin hepsi Türkmendi. Halbuki, Osmanlı, Memlûkler ve Safaviler bir birleriyle mücadele edeceklerine milli şuurla hareket edip, birleşmiş olsalardı. O zamanda dünyanın tamamı Türklerin eline geçmiş ve Nizâm-ı Âlem gerçekleşmiş olurdu. Memlûk devleti Arapça kaynaklarda daima “Türkiye Devleti” (ed-Devletü’t-Türkiyye ) adıyla anılmıştır.
Şah İsmail’in saf dışı edilmesinden sonra sıra Mısır’ın fethine, Haremeyn’in hizmetine ve Hilâfet’in devrine gelmişti. Tarihi kaynaklar Yavuz’un ilahi bir rüya ile Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından Haremeyn’in hizmetine davet edildiği nakleder. Devrin Şeyhu'l-İslamı ve ünlü tarihçisi Hoca Sadettin Efendi bu ilahi rüyayı padişahın çok yakın adamlarından birisi olan Hasan Can'dan dinlemiş ve olduğu gibi kitabına nakletmiştir.(geniş bilgi için bak: Hoca Sadettin Efendi, Tacü't-Tevarih cilt 4: 128)
Hoca Sadettin Efendinin nakline göre rüyayı gören Kapu Ağası Hasan Ağadır. Hasan Ağa' rüyasını şöyle anlatır:
"Ben gece gördüm ki, bu eşiğine oturduğumuz kapıyı hızlı hızlı çaldılar. Ne haber var deyu ileru vardım. Gördüm ki kapı biraz aralanmış, ol denlü ki taşrası görülür ama, adem sığmaz. Baktım gördüm ki, daş harem teylasanlı Arap simasında nur yüzlü kişilerle dolu. Elleri bayraklı silah ve gereçleriyle hazır olup dururlar. Kapu dibinde de dört nur yüzlü kimse durur. Ellerinde birer sancak var. Kapuyu çalanın elinde padişahın ak sancağı. Bana eydir ki, bilürmisin neye gelmişiz? Ben de buyurun dirim. Didi ki ol gördüğün kişiler Rasulullah'ın ashabıdır. Allah'ın selamı ve duaları ana olsun bizi Rasulullah hazretleri gönderip Selim Han'a selam itti ve buyurdu ki kalkup gelsün ki Haremeyn'in hizmeti ana buyruldu ve bu dört kimesne ki görürsün. Bu Sıddik-i azam, bu Ömer'i Farık, bu Osman-ı Zi'n-nureyn' dir. Ben ki, senin ile konuşan Ali'yübni Ebi Talib'im. Var Selim Han'a söyle didi..."
Hoca Sadettin Efendi'nin nakline göre aynı rüyayı Yavuz da görmüştür. Yavuz'un isteği üzerine Hasan Ağa rüyayı aynen anlatır: "Anlattıkça mübarek yüzü kızarmağa başladı, vararak mübarek gözlerine yaş geldi. Tamamlayınca buyurdular ki, o zavallının safâyı meşrebi varmış. Sen anı bize öğdükce, sen hemen bir kimseyi ibadet eder görsen ermiş sanırsın deyi seni alaya alur idik... ve didiler ki biz sana dimezmiyiz ki, biz bir yöne memur olmadan hareket etmemişiz. Baba ve atalarımız ermişlikten el almış idiler. Kerametleri vardır. İçlerinde heman biz onlara benzemedik, deyu nefsini bastırmak dileğinde bulundular. (ayını eser 128 ve devamı)
İşte bu hikmet dolu rüyadan sonra, bu sefere Allah tarafından memur edildiğine inanan Yavuz, 24 Ağustos 1516'da Mercidabık'ta, 26 Ağustos 1517'de Ridaniye'de Memlûkleri mağlup etti ve Mısır'ı aldı.
24 Ağustos 1516'da Mercidabık'ta Memlûk ordusunu yenen Yavuz, 29 Ağustos 1516 günü Halep Camii Kebirinde hilafeti devir almış ve ilk defa aynı gün Cuma Hutbesinde "İslam Halifesi" olarak ilan edilmiş ve adına hutbe okunmuştur.Yavuz hilafetin devri sırasında hatibin hutbede adını „Hakimu'l Haremeyn" (Haremeynin hakimi) sıfatıyla okumasına müsaade etmemiş ve hatip efendiden "Hadimu'l Haremeyn" (Haremeynin hadimi-hizmetçisi) şeklinde kendisine hitap edilmesini istemiştir. O tarihten sonra bütün Osmanlı Türk halifeleri bu unvanla anılmışlardır. Burada da Osmanlı Türk Sultanlarının "Halka ve dine hizmet duyguları" açık bir şekilde kendini göstermektedir..
"Tarihçiler Yavuz'un (Tüm Türk Hakanları gibi) Cihan hakimiyetinin ilahi bir irade ile kendilerine verildiğine inandığını belirtirler" (O. Turan 2 : 83) Yavuz: "Dünya bir padişah için küçüktür" düşüncesinde sahipti.
Türk padişahlarının en bilginlerinden birisi olan Yavuz'un meclisi, şairlere ve bilim adamlarına her zaman açıktı. Bilhassa O'nun alimlere çok büyük bir saygısı vardı. Hocasının atının ayağından sıçrayan çamurla kirlenen kaftanını ölünce tabutunun üstüne örtülmesini vasiyet etmiş ve alimin atının ayağından sıçrayan çamuru büyük bir şeref olarak kabul etmiştir. Yavuz'un belli başlı alim ve hocaları, Müftü Zembilli Ali Efendi, Kadıasker Kemal Paşa Zade, İdris-i Bitlisi ve kendi hocası Halimi'dir.Yavuz'un savaşlarda kahramanlık gösterenlere de saygı duyduğu bir gerçektir. Bu nedenlerden dolayı Yavuz'un etrafında hem kalem erbabı hem de kılıç erbabı toplanmıştı. İhtişamdan, eğlenceden, süsten hoşlanmayan, çok sade giyinen ve savaşı her şeye tercih eden Yavuz'un vasıflarından birisi de değerli insanları seçerek iş başına getirmesi idi. Bu halin en başta gelen misali, Piri Paşanın defterdarlıktan vezirliğe, vezirlikten de vezir-i âzamlığa getirilişidir.O'na göre Osmanlı devletini tehdit eden tehlike doğuda ve güneyde idi. Bununla beraber Safavilerin ve Memlûklerin üzerine yürüme sebebi sadece bu tehlikeleri bertaraf etmek değildi. Onun hedefleri arasında "Hadimu'l Haremeyn" ve "İslam Halifesi" olmak, Cihanın tek padişahı olmak ve Osmanlı'yı bir Cihan Devleti haline getirmek ve Türk Cihan Hakimiyeti Ülküsünü gerçekleştirmek ve Nizâm-ı Âlem'i kurmak gibi yüce ülkü ve hedefler vardı. Yine Yavuz, Orta Asya Türklüğü ve Müslümanlığı'nı da idaresi altına alarak Türk Birliği'ni sağlamak istiyordu. Bütün bu hedefler peşinde koşarken Ehli sünnet akidesine dayandığı da inkar edilemez. Onun Şiilerin baş düşmanı olduğu ve çok Şii öldürttüğü iddiaları abartılı olup, gerçekleri yansıtmamaktadır. Safavilerle yapılan savaşta karşı taraftan çok sayıda insanın ölmüş olması yapılan savaşın doğurduğu doğal bir sonuçtur. Yavuz'un Türk Birliği ve İslam Birliği hedeflerinin delili olarak şu dizeleri gösterilebilir:
“Bu sefere çıkmamız, bu sıkıntılara katlanmamız, perişanlığımız gönüller cemiyetini kurmak içindir.“ (S.Tansel, Yavuz Sultan Selim ; 251)
„İhtilâfü tefrika endişesi
Kûşe-i kabrimde bi-karar eyler beni
İttihadken savlet-i a’dayı def’a çaremiz
İttihad etmezse millet, dağıdar eyler beni.“
“Niyetim İ’lây-ı Kelimetulah ve kasdım İslâm Birliği’dir. Eğer seferimde hayır var ise yardım eyle, Ümmeti Muhammedi sahrada zebun eyleme yâ Rabbî“ diyerek dua eden ve ordusunu çöle vuran Yavuz’un duasını kabal eden Yüce Allah (c:c.) çöle yağmur verip Türk ordusunu sıkıntıdan kurtarmıştı. İslâm alimleri Yavuz’un keramet sahibi ve evliyâdan olduğunu naklederler.
Osmanlı ordusu Mısır seferine giderken, bağlık bahçelik yerlerden geçiyordu. Çevrede salkım salkım üzümler, türlü meyveler vardı.
Ordu Gebze yakınlarında konakladığı zaman, Yavuz’un kalbine bir şüphe düştü: „Acaba sahibinden izinsiz bir elma veya üzüm koparan askerim var mı?“ diye düşündü. Hemen araştırılmasını istedi. Yapılan araştırmada asker üzerinde ne bir salkım üzüme ne de bir adet elmaya rastlandı. Asker bir adet üzüm tanesine dahi el sürmemişti. Durum padişaha arz edildi. Padişah rahatlamıştı. Elerini yukarı kaldırıp Yaradan’a şükretti:
„Ey Allah’ım! Bana haram yemeyen bir ordu ihsan ettiğin için sana sonsuz şükürler olsun.“
Sonra Yeniçeri Ağası’na dönüp şöyle söyledi:
“Eğer askerlerimden bir tek kimse sahibinden izinsiz bir meyve koparsaydı Mısır seferinden vazgeçerdim. Çünkü haram yiyen bir ordu ile beldelerin fethi mümkün olmaz.“ (B. Ergezer, Türk Tarihinden Damlalar, s:46)
Mısır’ın fethine giden yol Sina çölünden geçiyordu. Çöl, gündüzleri yanıyor, kum fırtınaları durmak bilmiyor, geceleri ise dondurucu soğuklara sahne oluyordu. Herkes suyunu idareli kullanıyor, abdestler teyemmümle alınıyordu. Yolculuk bu şekilde sürüp giderken Yavuz bir ara atından indi; elleri önünde, başı eğik bir vaziyette yürümeye başladı. Padişahın yanından ayrılmayan Hasan Can’ın bu durumun sebebini sorması üzerine Yavuz:
“İki Cihan Sultanı Peygamber Efendimiz önümüzde yaya olarak yürürken biz nasıl at üzerinde olabiliriz Hasan Can“ demiştir. İslâm âlimleri Yavuz’un keramet sahibi ve evliyadan olduğunu naklederler.
Yavuz'un kısa süren padişahlığı süresince yalnız Doğu ve Güney ile ilgilenmiş olması ve Batıya karşı pasif kalması, Batıya karşı her hangi bir emelinin olmadığı manasına gelmez. Hıristiyan devletlere karşı bu pasif hareketin başlıca sebebi İran ve Mısır meselesinin Yavuz tarafından daha ön planda ele alınmasıdır. Bu durum Doğu ve Güney meselesinin halledilmesine kadar sürmüş ve 1518 yılından itibaren Batıya ilgi artmıştı. Eğer Yavuz’un ömrü yetmiş olsaydı belki de oğlu Kanûni’nin yaptığı seferleri kendisi yapacaktı. Yavuz’un düşünüpte yapamadığı şeyler Kânûni Sultan Süleyman tarafından gerçekleştirilmiştir.
Yavuz'un çok haşin tabiatlı, kan dökmede korkusuz oluşunu bir takım sebeplere bağlamak ve böyle olmasında haklı sebepler görmek zorundayız. Çünkü babasının saltanatının son zamanlarında memleketteki sosyal düzen iyice bozulmuş, karışıklıklar artmış, başka devletler adına isyanlar çıkmış, afyon ve içki müptelası her tarafı sarmıştı. Adalet müessesesi çökmüş, hakimler şahsi çıkarlarını düşündükleri için kanunlar tatbik edilemez hale gelmişti. Safavilerin ülkede yaptıkları propaganda sonucunda halkın bir kısmı sanki yabancı bir devletin tabiliğini kabul edecek hale gelmişti. Bu durum sanki göz göre göre memleketi başka ellere devretmek gibi bir sonuç doğuracaktı. Herhalde Yavuz, ülkenin ve devletin tebası olan halkın bir kısmının Safavilerin eline geçmesine seyirci kalacak değildi. Şah İsmail olayına kadar Alevi Türkmenlere, babalara değer veren, ordularını Hacı Bektaş ruhaniyetiyle takdis eden, onlara geniş araziler tahsis eden Osmanlı niçin Alevi-Bektaşi karşıtı olsun?
Bilindiği gibi her mesleğin bir pîri vardır. Nasıl ki Hz. Hamza pehlivanların pîri ise, askerlik mesleğinin pîri de Hacı Bektâşi velidir ve “Bektaşilik” Osmanlı devletinin “Resmî tarikatıdır” Bu bakımdan Yavuz’un, Alevi-Bektaşi, karşıtı olduğunu iddia etmek asılsızdır.
İki devlet arasında geçen mücadelede 40 bin civarında Alevi Türkmen’in öldürüldüğü iddiaları abartılıdır. Tarihçi Akdağ bu konuda şöyle der:
“Şah İsmail’e bağlılıkları, sadece dini inanç olma çizgisini aşarak, para yardımı, asker olarak katılma, Kızılbaşlık propagandası yapmak ve Şah’a casusluk etmek gibi yollarla hizmet ettikleri sabit olanlar hakkında kovuşturma başladı; Yakalananlar suç derecesine göre ya yerlerinden sürülüyorlar (özellikle Rumeli tarafına) ya da hapis ve idam ediliyorlardı.” (M. Akdağ, Türkiyenin İktisadi ve İçtimai Tarihi, II, DTCF yy. 1971, s.7)
Rakam ne olursa olsun ölüm olaylarının yaşandığı bir gerçektir. Nitekim aynı zulüm, hattâ daha şiddetlisi, İran’daki Sünnî Türkmenlere karşı Şah İsmail tarafından uygulanmıştır.
Davit Morgan: “Safavi kuvvetleri İran’da bir baştan öbür başa yürürken, Sünnilere kılıç zoruyla Şiiliği empoze etmiş, bunu kabul etmek istemeyen Sünnilere karşı gaddarca davranılmış ve çoğu öldürülmüştür” demektedir. (Tâha Akyol, Milliyet Gazete Pazar, 10 Mayıs 1998)
Tarhçi Faruk Sümer, devrin seyyah ve yazarlarına dayanarak verdiği bigilerde Şah İsmail’in Tebriz’e girdiğinde Sünni İslâm alimleri, kadınlar ve çocuklardan pek çok insan öldürdüğünü, savaş sırasında ve Tebriz’de öldürülen Sünnilerin sayısının 20 binden fazla olduğunu belirtir. Şah İsmail’in Sünni ve Türkmen Akkoyunlu oymağından 40-50bin kişiyi kılıçtan geçirmiş ve zulmünden dolayı kendisini kınayan anasına kızarak onu da öldürtmüştür. (T.Akyol, Milliyet Pazar, 10 Mayıs 1998)
Safavilerle Osmanlı arasında geçen bu mücadeleler ve savaşlar ne iki ayrı milletin ne de iki ayrı dinin savaşıydı. İki devlet de Türk ve Müslüman’dı. Bu nedenle mücadelenin siyasi bir hakimiyet mücadelesi olduğunu kabul etmek ve öldürülen Sünnilerden Şiileri, Şiilerden de Sünnileri sorumlu tutamayız. Karşılıklı olarak yapılan suçlamalar hem tarihimize hem de geleceğimize ihanet etmek olur. Çünkü Sünni Türkmenler de Alevi Türkmenler de özbeöz kardeşlerdir.
Kardeşlerin ona karşı taht kavgasına girişmesi ve Anadolu ve Rumeli'deki karışıklıkların giderek artması onu haşin tabiatlı ve sert olmaya mecbur ediyordu. O'nun devletin bütünlüğü ve devamı için kardeşleri Korkut ve Ahmet'i öldürtmesi normal karşılanmıştır. Bütün ömrü boyunca devletin bütünlüğünün korunması ve adil bir şekilde yönetilmesini düşünen padişahın görevlendirdiği şahısların kusurlarına tahammül göstermemesini gayet normal karşılamak gerekir. Hele bu kusur devletin bütünlüğü ve bekası ile ilgili ise ölüm muhakkaktı. Yavuz anlaşmalara ve verdiği sözlere bağlı, adil ve çeşitli güzel vasıfları üzerinde toplayan bir şahsiyetti. O harp sanatında ve milletleri idare etme de eşine az rastlanan bir sultandı. Yavuz, Dünyayı bir padişah için küçük görecek kadar büyük düşünce ve ideallerin adamıydı. İbn Kemal’in Yavuz hakkında söylediği “az zaman içre çok iş etmişti”(O.Turan, Selç,Tar. Ve Türk İsl. Mdn. S.169) sözü O’nu anlatmaya yeter.
Yavuz Sultan Selim’in yapmış olduğu hizmetlerin en önemlileri, Memlukluları saf dışı ederek İslâm Birliği’ni, Anadolu’daki isyanları bastırarak Anadolu Türk Birliğini kurmuş olmasıdır.
------OSMANLI DEVLETİ EN BÜYÜK ÖRNEĞİMİZDİR====YENİ OSMANLILAR------
|